Arif Dmo’mın ‘Ölüm kalını resimleri’

dan boya kıvrım kıvrım dallı çiçekli ... Adam, aslan kafalı adam örneğin, ne yaman, ... leri ve ağzı:...

7 downloads 255 Views 238KB Size
SERGİDEN YÜZLER — Abidin Dino'ya göre Arif Dino'nun resimleri, "kaçı­ nılmazlık damgası taşıyan çeşitlemeler.”

A rif D m o’m ın ‘Ö lüm kalını resim leri’ A rif Dino’nun “ Yüz”teri İstanbul’da sergileniyor. İstanbul Galeri N ev’de 1 şubata kadar sürecek olan sergide, metinlerini Abidin Dino ile Rasih Nuri İleri ’nin yazdığı ve serigrafı tekniğiyle 100 adet basılan bir kitap satışa sunuluyor. ABİDİN DİNO

~

İğne ile kuyu kazarcasına resim ya­ pıyordu, ne zaman olursa olsun, nerde olursa olsun. Arif, cebinden çıkar­ dığı ufacık bir hokkada yüzen sırla­ rın sırrı kuştüyü fırçasını bir sapa ta­ kıp, daha olmazsa tevatür bir kalemtraşla kurşun kalemini sipsivri yontup, hiçbir şeye ve kimseye aldırmadan kendini elinin buyruğuna kaptırır, çi­ zer, çizer, çizerdi dünya yıkılsa.

(Arkası Sa. 13, Sü. l'de)

10 OCAK 1988

HABERLERİN DEVAMI

* * * ★

CUMHURİYET/13

A rif Dino’nıın 4Ö lüm kalım resimleri’ (Baştarafı 1. Sayfada) A rifin çizgileri kimseye gösteril­ mek için yapılmış değil. Kendine bi­ le. “İfrazat” demişti şiir sanatını ta­ nımlamak için, fazlası ile tekrarlaya­ bilirdi bu sözü resim için. Bu sergide suratlar, suretler, yığınla yüzler göreceksiniz. Kimsenin yap­ madığı cinsten eşsiz resimlerdir bun­ lar. Kaçınılmazlık damgasını taşıyan çeşitlemeler. Anadolu geleneğinde göreneğinde, bilirsiniz, insan yüzü kutsal bir biçim: “Tuttum ayineyi yüzüme AB göründü gözüme” (Muhyeddin Abdal, XVI. yüzyıl) Hınzır Muhyeddin A bdal’a bakı­ lırsa: “Dilberin meğer ki yüzü mushafmış Yazılmış hattında Kur’anı bul­ dum ” Salt yüz değil, oldum olası vücut dahi kutsal Anadolu toprağında. Bu­ nu açıklamayı göze alacaktır Yunus Emre: “Gice ile gündüzü gökte yıldızı Levh'de yazılı sözi cümle viıcud1 da bulduk” Mevlâna şaşırtıcı sözler ekler bu konuda: “En güzel şekil olan insan şekli, aşktan da üstündür, düşünceye sığmaz” Ve ekler biraz çekinerek: “Bunu baha biçilmez şeyin değe­ rini söylesem, ben de yanarım, duyan da yanar.” Tepeden inme ak güvercin donu­ na girip Hacı Bektaş, bu müjdeyi ge­ tirmek için mi Horasan’dan uçup Anadolu’ya konmuştu? “Yeryüzü etim benim Akar sulardır kanım” Pes. Tüm bir dünya görüşü, eksik­ siz. Anadolu var ya, Anadolu; Anado­ lu’ya her ne gelmiş ve gelecekse, Anadolulaşır; İslam dini bile. Bektaşîliğe ve Mevleviliğe ilişkin aile kökleri bir yana, A rifin insan yüzü resimlerini etkilemiş ve sonuna A

kadar etkileyecek Doğudan ve Batı­ dan binbir kaynak daha gösterilebi­ lir. Birkaçım, şimdi ve burda, sırala­ makta fayda var: 1913-1920 yıllarında A rifin genç­ liğinde Cenevre’de, “Canlı Sular Rıhtımı” nda bulunan evde. Daumier’den Steinlein’a kadar sıram sıram kırmızı ciltli Fransız karikatür kitap­ ları diziliydi. Ayrıca Alman dergi ve kitapları karikatür üstüne, Grosz, Pascin ve başkaları. 20 yıllarında Pa­ ris’te, rue Molitor’daki evde, Sem (Malraux’nun ve A rifin arkadaşı), Galanis, Fujita, Van Dongen, Picasso vb’nin çizdiği suratların dergileri, ka­ talogları. 1926-27’de Atina’da antik Yunan vazoları. 1927’den sonra İs­ tanbul’un fresk ve mozaiklerinin, Iran ve Türk minyatürlerinin yüz çiz­ gileri, hattatların çizgi dümtekleri, Behzat bir yandan, Levni öbür yan­ dan. Toplamını yapın bunların şimdi. Topladınız mı? Sonra da hepsini unutun. A rifin ilk hüneri, dünyaya ve çağdaşlarına doğrudan doğruya bakmasını bilmek; avcının bakışı, iğ­ ne deliğinden iplik geçiren terzinin bakışı. A rifin bakışı... A rifin resim yapma yönteminde biçimleri perde perde arındırma, öze eriştirme çabası vardır. Simyager işi. Bu sırf estetik değil, etik bir ku­ raldı, yaşamla ilgili. Resimde fazlalıklardan, yapaylık­ lardan, yalandan arınmak. Gündelik hayatta ise yer yatağı, üç hasır iskem­ le, bir masa. Şapka yok, kıravat yok, bıyık, sakal yok. Arınmak lazımdı her şeyden. Ne var ki tütünden vazgeçemiyordu bir türlü! Dumanlar salarak tek başına yü­ rüdüğü çetin ve yalın bir yoldu bu. Bir zamanlar -gençliğinde- Gika’mn “Altın Sayı” araştırmaları ile il­ gilenmişti; Gika’ya göre güzelliğin sırrı -ister canlı bir kadında, ister bir yontuda, ister bir yapıda, ister bir resimde- yapısal ölçü kurallarında aranmalıydı. Yeni Eflatunculardan gelme bir yöntemdi bu, Yunan tapı­ naklarından Gotik katedrallerine ka­

dar geçerli olan. Kılık değiştirmiş olarak Sinan’ın yapılarında bile bu kurallar sezilebilirdi belki. Ancak 1925’lerde André Lhote Atölyesinde moda olan beylik “Al­ tın Sayı” öğretisi pahalıya oturacaktı birçok ressama, Paris’ten İstanbul’a dönenler arasında bile. Arif bu tuzağa düşecek değildi el­ bet. Ona göre “Altın Sayı”bir yarat­ ma kılavuzu değil, anlamaya ve gör­ meye yararlı analiz araçlarından sa­ dece biriydi. Değişen dünyada deği­ şen çözümler gerekiyordu. Daha XVI. yüzyılda Muhyeddin ne diyordu? “Eski sürüldü gitti Geldi yenisi yendi” Selçuk düzeni batarken semah eder gibi söylemişti bunu Yunus Em­ re: “Yeni subh yeni akşam yeni hal Yeni devran yeni dem yînî vısâl Kaden yînî yenî mey yînî meşreb Yenî ayş u yen’işret yîni mutrab” Somutun özünde gizlenmiş kimi soyut kuralların peşinde bambaşka düşüncelere varmıştı Arif. Örneğin Doğu tezhip sanatının özünü oluştu­ ran doğurgan sarmal ilkesine gönül bağlamıştı. Batıdan Doğuya geçip Türk sanatını derinlemesine düşün­ meye başladıktan sonradır ki sarma­ lın önemini kavramış ve benimsemiş­ ti. Kendine özgü yaratıcılığı ile Do­ ğunun dolambaçlı, içe dönük zaman ve mekân felsefesiydi bu: Ut taksimi, zülüf, tüm İstanbul’du sarmal. As­ ma yapraklan arasında kıvrıla kıv­

rıla sürüp giden uçlar, filizler: Birin ikileşmesi, ikinin birleşmesi; doğa rit­ mi, sarmal, döner gövdeler, döngü­ ler, girdaplar, kum hortumları, sik­ lonlar, merkezkaç ritmler, galaksiler, devran, ya da sakin akşamda kıvrıla kıvrıla yükselen duman, bir de gü­ zelim saçında zülüf. Başka bir dinamik, bir güzellik tü­ rü. Gerekircilik dışı olmasa bile, da­ ha çapraşık dirimsel sezgiler altında yaratılan biçim örgüleri. Topkapı’da Harem Dairesi’nin orta yerinde, boy­ dan boya kıvrım kıvrım dallı çiçekli gök mavisine çalan duvar seramiği örneğin, bahardan daha bahar. Do­ ğa diyalektiğine banmış bir istif şa­ heseri A rife göre. Batıyı unutmak söz konusu değildi: Sandro Boticelli’nin “Venüs’ün Doğuşu” ile eş tu­ tuyordu Harem D airesi’nin “Bahar”ını. Saatler, günler, aylar, yıllarca ka­ fasını kurcalayan bu sorunları Arif, kaç kişiyle konuşabilir, tartışabilir, paylaşabilirdi. A rifi tanımayanlar hadi neyse, ta­ nıyanların çoğu, hat(a onu gerçekten seven dostları bile A rifi, iri, şirin ve şaşırtıcı bir yaratık olarak görüyor lardı, aslında adamı hiç anlamadan, ölüm döşeğinde Yunan Şairesi’nin portresi kadar dramatik resim, topu topu bir XVI. yüzyıl Iran minyatü­ ründe gördüm: Kocaman beyaz yas­ tık üstünde can çekişen adamın ba­ şı, bakışı. Bir de Metin And’ın ya­ yımladığı minyatür kitabında; kabur­ gaları çıkmış bir deri bir kemik, kar­

gaların didiklediği dehşet verici yıl­ kı atı resmi, XVI. yüzyıl, Osmanlı. A rifin portreleri çok uzun sürme­ yecekti. Dıştan içe kayacak, “gaip”ten misafirleri olacaktı, kâğıt üstün­ de. Zülüf kaynağından gelen biçim­ ler, kopuş resimleri. Istinyeli hattat Nuri Hoca’dan miras kalma kuştüyünün marifetleriydi bunlar. Arif “tüy”ün isteklerini, kıvrımlarını ye­ rine getiriyordu, uysalca. Elinin altında kimi gün, gerçekle düş arası yüzler belirmişti. Aslan Adam, aslan kafalı adam örneğin, ne yaman, ne eşsiz bir resim! Kimi gün çok eskiden yaşamış ki­ şiler çıkıyordu ortaya, kutsal ve gör­ kemli, hani Adana Müzesi’nde bulu­ nan dağ kristali tanrı heykeline (t.Ö.XIV-XIII. yüzyıl) benzer... Arif­ in neolitiğe kadar uzandığı olurdu, mağaralarda resim çizerdi sanki. O Kafası Yarık Adam’a bakın he­ le Kafasına takoz yemiş adamın duy­ gusuna yabancı mısınız? Peki, Kafası Bölümlü, Çekmeceli Adam’a ne bu­ yurulur? Hepimizin kafasını andır­ mıyor mu biraz? Mikelanj’ın Zapata adında birine yazdığı mektupta dediği gibi: “Ne za­ man büyük bir ressam -ki öylesi azyapay ve sahte görünen bir iş yapmış­ sa, bu sahtelik gerçektir, bir yerde da­ ha büyük bir gerçek, yalan olur.” Dış dünyaya daha az bakar olmuş­ tu A rif ve böylece, Shakespeare’in Sonnet’ini tekrarlayabilirdi: “Gözüm kapalıyken en açık görur.

Giz yüklü yüzler beliriyordu, gö­ rülmedik yüzlü, gözlü, burunlu, ağız­ lı, elli, ayaklı. Bir de hayvan-insan çe­ şitleri karışmıştı araya, acayipler, alelacayipler, minel-garaipler, rahatsız yüzler. “Şeklin insan şeklidir çektiğin âzap nedir Sual olunursa cevabın vere Ağız nedir, dudak nedir, dil ne­ dir?” (Muhyeddin Abdal) A rifin resimlerini pek küçük mü buldunuz? “Tüttürdün” diyeceksiniz -evet bugünlerde tutturdum- Muh­ yeddin Abdal konuşsun: “Katrede deryâ ummam buldum" A rifin genellikle resimleri renksiz. Bunda birçok neden var. En önem­ lisi A rifin renkleri “orospu” sayma­ sı. Ona bakarsanız Mevlâna bile renklerden kuşkulanıyor, renksizliği savunuyordu: “Renksizlik âlemine ulaşırsan Mu­ sa ile Firavun’un karıştığı âleme eri­ şirsin.” Bu bir güçsüzlük sorunu de­ ğildi, emin olun. 1930’larda bir kez, anımsıyorum. Arif, Sedat Nuri’nin kışkırtması ile çok renkli soyut bir re­ sim yapmıştı, yağlıboya. Bunca usta bir işti ki bu, yitik resim ortaya çık­ sa bugün, müzelerde yer alır hemen, kuşkusuz. Yitme, yitiklik ürkütmüyordu A rifi. Belki bu yüzden kahve telve­ si ile resimler yapıyordu, nasıl olsa si­ linecek olan. Ya da buruşturup atı­ yordu kimi harika resmi:

“Assı ziyandan geçdüm dükkânını yağma olsun” (Yunus Emre) Değersiz saydığından mı resimle­ rini? Hiç de değil. Satmak, hayır; bu­ na karşılık resmini gerçekten seven ya da anlayan kimselere hediye etmeyi çok severdi. Sanatı satılır “meta” ka­ bul etmiyordu, önemli olan yaşa­ mak, yaratmak, yapmak, ölüme meydan okumaktı ne olursa olsun, sonrasına gelince... Resimlerini imzalamaktan bile hoşlanmıyordu. Paranın saltanat sür­ düğü bir dünyadan tiksiniyordu dü­ pedüz. Bunda, Anadolu insanının yüzyıllar boyunca taşıdığı duygu ile tam uygunluk içindeydi. Nerden mi çıkarıyorum böyle bir yargıyı? Bunu anlamak için Yunus’tan Useyle Ba­ cı’ya kadar, yüzlerce değil, binlerce dizeyi ortaya çıkarmak kolay. “Var­ lıkla yok olanlar”ın okumaları, bel­ lemeleri için. “Altın Buzağı” şiirini boşuna yazmamıştı Arif: “Çalkalanan altın okyanusunda, bir tezek kıtası insanlığı yutuyor”... Bir de kadınlar önemliydi A rifin hayatında ve resimlerinde. Hele hele “Afet” güzelliğinde “G” hanımın yü­ zü; Arifin en büyük aşkı, hurufî göz­ leri ve ağzı: “Bir Eliftir ol başın İki zülüf kirpiğin kaşın” (Muhyeddin Abdal) Göreceksiniz “Lavrens’le Sırıtkan Ölüm” resmini. Bu siyah beyaz. 1924 yıllarında Paris’te ünlü “Salon Des Humoristes”te sergilenmişti. Aynı

sergide ağabey Ali Dino faşist Mussolini’ye karşı sert bir karikatür as­ mıştı. Bir gazetenin üstünde birkaç çizgi ile ölümün sözcüsü haline ge­ tirdiği Goebbels’in resmi az mı güç­ lü? Daumier’nin, Picasso’nun, Nazım’m bunca sevdiği Don Kişot, A rifi de yakından ilgilendiriyordu. Cervantes’in kitabım ömrü boyunca başucundan ayırmamıştı. Delikanlı Yaşar Kemal’e yüz kere okutmuştu bu kitabı Adana’da. “İnce Mehmet” daha ortalıkta yoktu, Yaşar şiir ya­ zıyordu, düzyazıya geçmemişti daha. A rifin “Hazin Yüzlü Şövalye”si ya­ bana atılır bir yorum getirmiyor ben­ ce. Ahmet Dino’nun portresinde bir Fayyom tadı var. Portreler antoloji­ si yapacak olsam, bu portreyi kor­ dum en büyük örneklerin yambaşına. Anasımn yüzüne benzer kadın res­ mine gelince, anlatılması güç duygu­ larla, hasretlerle yüklü hayret verici bir resim, siyah beyazın büyük bir us­ tası tarafından yapılmış... ölüm kalım resimleridir bütün bunlar. Bence Arif Dino’nun çizgisi Türk sanatının eksik kalmış bir halkası. Artık bugün yerini bulsun derim. Bu sözümü duysa, biraz alaylı gü­ lümseyerek gözlüklerini burnundan kaldırıp alnına yerleştirir, günün be­ şinci paketinden bir cigara yak.p du­ manını üflerdi burnuma sarmal zü­ lüf biçiminde.

Taha Toros Arşivi